10 Ocak 2010 Pazar

çocuk ve tiyatro


Tiyatro, insana kişilik ve kimlik kazandıran en önemli sanat dallarından biridir. Önceleri büyüklere yönelik bir sanat faaliyeti olarak algılanan tiyatro, daha sonra çocuklar açısından da özel bir öneme sahip olduğu anlaşıldı. Bilim adamları, çocuğun hayatında gerçekçi ve hayale dayanan oyunların iç içe olduğunu ileri sürmektedirler. Çocuk, dış dünyadan etkilenme sonucunda, taklit yeteneğini kullanarak canlandırma yaparken, hayal dünyasından kattıklarıyla da oyunlarını zenginleştirmektedir. Biyolojik gelişimine paralel olarak, zamanla oyunlarında hayal unsuru azalarak, gerçekçilik daha ön plana çıkmaya başlar. Hayale dayalı oyunlarında, etrafında bulunan ve dikkatini çeken kimseleri taklit eden çocuğun, kimi zaman cansız varlıkları canlıymış gibi tasarlamaktan çok hoşlandığı gözlenmektedir. Oyunlarında araç olarak kullandığı eşyalara canlılık katmak, kendisini onların yerine koymak, çocuk için normal davranışlar arasında sayılır. Motor gürültüsü, tren sesi çıkarmak gibidir. Çocuk, hayal dünyasında oluşturduğu bir oyunu, tek başına canlandırdığı gibi, kimi zaman tasarladığı oyununa çevresinde bulunanları da katar. Bazen kişileştirmeler yaparak, canlandırdığı olayları yorumlar. Bu canlandırmada taklit yeteneği bütünüyle en üst düzeyde ortaya çıkar. Sözler ve hareketler, bu taklit yeteneğine bağlı olarak şekillenir. Çocuğun başvurduğu diğer bir oyun şekli de, nesneleri oyunlarında yardımcı unsur olarak kullanarak meydana getirdiği canlandırmalardır. Kimi oyunlarda kendi vücudunu devreden çıkararak, kullandığı nesnelere canlılık kazandırır. Bu tür oyunlar, çocukta tasarım becerisini geliştirdiği gibi, kurgulama, sorgulama ve yorumlama aşamalarını dolaylı bir biçimde geliştirmiş olur. Çocuğun ruh ve beden gelişimini sağlamak için, onun bu ve buna benzer oyunlarını zenginleştirmenin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Çocuk, tek başlarına oynadığı gibi, kendi yaşıtlarıyla da çeşitli oyunlar oynar. İki ve daha çok çocuğun bir arada oynadıkları oyunlarda, oyun o anda belirlenir ve uygulamaya geçilir. Çocuklardan biri oyunun yönetmenidir. Diğer çocuklar, oyunu onun belirlediği sınırlar içinde oynarlar. Roller hemen oracıkta dağıtılır. Diyaloglar ise, oyunun temasına göre şekillenir. Bu tür oyunlar, çocuğun hem kendisi hem de çevresi ile olan ilişkilerini geliştirmede çok büyük katkı sağlamaktadır. Çocuğun hayatında oyunun yerini ve önemini vurgulayan araştırmalarda da bu noktaya dikkat çekilmiş ve önemi vurgulanmıştır.

çocuk ve müzik


Müzik,kendini ifade etme becerisini,yaratıcılık zevkin ve estetik duygusunu geliştirir;ses ve dil gelişimi ile bilişsel gelişim ve soyut düşünmeye katkıda bulunur.
Çocukta müzik yeteneği doğuştan başlar.Doğumundan itibaren ses uyarıcısına tepki verir.Anne ve babasının ayak seslerini tanır.Ağlamalarla ve ses tonunu yükseltip alçaltarak mutluluğunu ve mutsuzluğunu ifade eder.
Bazı araştırmacılara göre; çocukların şarkı ve mırıldanmalarını dinleyerek,orijinal dans ve oyunlara uyma çabalarını izleyerek,müziğe karşı doğuştan duyarlı olduklarını gözleyebiliriz.Bu doğal yetenek evrenseldir ve her toplumun üyesi olan çocukta doğuştan vardır.Özetle bebekler, sesleri algılamada ve müzikal bir uyarana dikkat göstermede, şaşırtıcı bir şekilde yetişkinlerinkine benzer yeteneklere sahiptir.
3-6 ay arası bebekler,müziğin geldiği kaynağa doğru dönmeye ve bundan aldığı hazzı göstermeye başlar.
1 yaş çocuğu, hareketli bir müziğe, elleri ve sesleriyle katılmaya çalışır.Aynı müzik parçası tekrarlandığında, tanıyıp aynı hareketleri yapmayı ve aynı sesleri çıkarmayı öğrenir.yani birinci yıldaki en belirgin gelişme, müziği seslendirmedir.
2 yaş çocuğu, müziği dinlemeyi sever ve kendi hareketlerini müzikte var olan ritme uydurma çabasına gider.
3, 4, 5, yaşlarında çocukların, spontan hareketlerle tepki vermekten çok müziği, oturarak dinleme eğiliminde oldukları görülmektedir.Bu özellik, okulöncesi çocuğuna dinleme ve sessiz kalma alışkanlığını da kazandırır.Çocukların, müziğe verdikleri tepkileri artan bir şekilde içselleştirmeleri ve bunu yaratıcı oyun ve arkadaşlarıyla sosyal ilişkiler kurma (örneğin dans etme ) şeklinde, geniş bir bağlamda kullanmalarıyla okulöncesi dönemde müzik etkinliği zenginlik kazanır.

çocuk ve egzersiz


1-Çocukluk dönemi nedir?:
Çocukluk dönemi doğumdan itibaren 11-12 yaşına kadar süren bir zaman kapsar. 0-1 yaş süt çocukluğu, 1-3 yaş küçük çocukluk, 3-6 yaş okul öncesi çağı, 6-10 yaş birinci okul çocuğu çağı, 10-12 yaş ikinci okul çocuğu çağı olarak kabul edilir. Ancak yaşa bağımlı kalmadan , doğumdan itibaren çocuğun, fiziksel, zihinse ve psikolojik gelişimindeki seyrine bakarak cinsel olgunluğa erişmesine kadar olan sürecin çocukluk dönemi olarak ele alınması gerekir. Çünkü , kimi çocuk akranlarına göre, daha erken veya geç gelişebilir.
2-Çocukların egzersize yanıtları nedir?:
Çocuklar bilindiği gibi bir gelişme ve büyüme periyodu içindedir. Bu periyotta genç çocukların fizyolojik sistemleri, ağır egzersizlerin getirdiği yükleri karşılayacak düzeyde değildir. Bu güç ancak gelişme çağı sonrası yakalanabilmektedir. Özellikle 12yaşın altındaki çocuklar oldukça yüksek bir sempatik sistem aktivitesine sahiptir. Bu yüzden yüksek bir kalp atım sayısının bulunması ve uzun süren dayanıklılık aktiviteleri onların kapasitelerinin kolaylıkla tükenmesine neden olur. Bu dönemdeki çocukların aerobik güçleri düşüktür. Yeterli oksijen kullanma kapasitesine sahip değillerdir. Çünkü , kalbin bir seferde pompalayabildiği kan miktarı yani kalp atım volümleri düşüktür Ayrıca karbonhidrat depoları da ileri yaşlarınkine oranla daha azdır. Burada bilinmesi gereken puberte (ergenlik ) çağı öncesi beyin, sinir, kalp, akciğerler, böbrekler ve organizmanın iç ortamını sabit tutmak için (homeostasis) koordineli bir şekilde çalışan fizyolojik prosesler (işlemler) bebeklik ve çocukluğun ilk çağlarında zayıftır. Bu sistemlerin gelişimi puberte ve sonrasında görülür. Pubertede görülen kuvvetlenme, puberte ile ilgili değil;hormonal faktörlerin bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Vücudun egzersize ve homeostatik mekanizmaların diğer streslerine yanıt verme yeteneği 14 yaşına tepe noktasına ulaşır.
3-Çocukta antrenmanın tehlike ve riskleri nedir?:
Çocuklarda performansın birdenbire ve geçici olarak yükselmesi gözlenir. Küçük yaşta antrenmana başlamanın negatif psikolojik etkileri ile ilgili çalışma sayısı azdır. Bir çalışmada Varek, performansları tekrar düşen çocukların şoka girdikleri ve spor yaşamlarını zamanından önce bitirdiklerini yazar. Çocukta antrenman tek yönlü uygulanmamalıdır. Cottea, yaptığı çalışmalarda antrenman tek yönlü uygulandığında özellikle iskelet sistemi üzerinde olumsuz etkiler gözlendiğinden söz etmektedir. Ayrıca, tek yönlü antrenman programı uygulandığında en riskli spor dallarını cimnastik sırıkla yüksek atlama , kürek , cirit halter, trambolin ve kule atlama olduğu görülmektedir.
4-Çocuk antrenmanı için önerileri nelerdir?:
Belirli bir spor dalına yönlendirilen çocukların ebeveynlerine, bu alanda çocuğu bekleyen şanslar ve riskler açıklanmalıdır. Çocukta sportif başarının, okulu ve geleceğini ikinci plana atmaması sağlanmalıdır. Çocukların aileleri ve özellikle okuldaki beden eğitimi öğretmenleri ile sıkı diyaloglar kurulmalıdır.

çocuk ihmali ve istismarı


Aşırı yoksullukla karşı karşıya kalan, yetersiz beslenen, kötü konut ve sağlık koşullarında yetişen çocukların sağlıklı yetişkinler olmaları beklenemez. Bu tür olumsuz toplumsal durumlar ana-babayı fiziksel olarak istismar etmeye itebileceği gibi, ümitsizliğe düşürerek çocuğun ihmal edilmesine de yol açabilmektedir.Yoksulluk, gelir dağılımından ve sosyal refahtan yararlanmadaki eşitsizlik gibi nedenlerle aile içi iletişimin ve etkileşimin azaldığı, ailelerin parçalandığı bir ortamda korunma altındaki çocukların ihmali ve istismarı özel önem taşımaktadır.Çoğu zaman aile içi istismar, ailenin kutsallığı ve mahremiyeti gibi nedenlerle ya da ailenin parçalanması korkusuyla sessiz kalınarak geçiştiril-meye, yok sayılmaya çalışılmaktadır. Aile çocuğuyla ilgili disiplin yöntemleri içerisinde fiziksel istismarı seçebilmektedir. Fiziksel şiddetle çocuk; yetişkinlerin isteklerini karşı-layabilmek için uysal, gelebilecek bir istismar davranışından kaçınmaya yönelik olarak memnun edici davranış ya da tahrik edici, saldırgan ve aktif davranış gösterebilmektedir. Bu farklı davranış örüntüsünün uzun sürmesi ise, uyumsuz davranışlar göster-melerine, çocuklar, öfke, kin, nefret, düşmanlık gibi olumsuz duygular beslemelerine neden olabilmektedir. İstismar edilen çocuğun bozuk davranış örüntüsü içinde, dikkat toplayamama, aşırı manipulasyon, direnme, isyankarlık, konuşmamayı seçme ve pasif inkaretme davranışları vardır. Ya da aşırı uyum gösteren çocuk anksiyete, aşırı utangaçlık ve başarısızlık korkuları yaşamasına karşın yaşıtlarına karşı şiddet ve saldırgan tutum gösterebilmektedir. Davranışlardaki hızlı değişkenlik, çocukla ilgili sağlıklı değerlendirme yapmayı zorlaştırmaktadır.İstismara uğramış çocuğun özgüven eksikliği,başarı-sızlık korkuları, çocuğun eğitimini, fiziksel, seksüel ve duygusal yaşamını etkileyecektir. Araştırmalara göre; Çocuk ve genç suçluların çoğunluğu istismara uğramış çocuklardır. Çocuk geleceğe taşıyıcıdır. İhmal ve istismara uğramış çocuk geleceğin istismar ve ihmal eden kişisidir.

çocuklarda kıskançlık duygusu


Büyük insanlarda bile çok kuvvetli bir heyecan olabilen kıskançlık, küçük çocuklarda çok daha şiddetli olur, hatta zamanla çocuğun kişiliğinde önemli zararlara yol açabilir. Bu nedenle kıskançlığı önleyebilmek için mümkün olan her şey yapılmalı ve hiç olmazsa kıskançlığın yarattığı olayların etkilerini azaltmaya gayret etmelidir. Genellikle çocuklardaki kıskançlığın en sık rastlanan sebeplerinden biri yeni bir kardeşin dünyaya gelmesidir.
Çocuk küçük bir bebeğin eve geleceğini önceden bilmeli ve bu fikre yavaş yavaş alıştırılmalıdır. Bu o vakte kadar evin tek çocuğu olan 6 yaşından aşağı çocuklar için özellikle önemlidir. Çünkü bu yaştaki bir çocuğa anne sevgisini, ilgisini yaş farkı az olan kardeşi ile paylaşmak çok zor gelir.
Onun için anne baba sevgisi tıpkı bir avuç şeker gibidir. Eğer bundan bir başkasına da verilirse kendisine daha az kalacağını sanır.
Yeni doğan çocuğun gelişi ile ortaya çıkan ev içindeki değişiklikler onda kendisinin bir yana itildiği, pabucunun dama atıldığı duygusunu yaratabilir. İşte o zaman anne- baba çocuğun yine sevildiğine, istendiğine, yine büyüklerin kalbinde yeri olduğuna inandırılmasının ne kadar önemli olduğunu bilmelidir. Ama büyük çocuğu buna inandırmak pek kolay olmayacaktır.
Ona, yeni gelen bebeğin sadece anne-babaya değil, kendisine de geldiğini anlatmalısınız.Çocuk bu yeni durumu bu yolla daha kolay kabullenecektir.
Şayet bebeğin doğumu evde bazı değişiklikleri gerektiriyorsa bunu doğumdan çok önce yapmalıdır.Örneğin; büyük çocuğun bakımını alacak kimse onun önceden tanıdığı ve sevdiği kimse olmalıdır.
Büyük çocuğun yatağını ve odasını küçük bebeğe vermeyi uygun buluyorsanız, yapılacak değişiklik büyük çocuğa sırf kendisinin artık büyümüş olduğu için yapıldığı anlatılmalıdır.
Annenin hastaneden bebekle birlikte dönüşü büyük çocuk için üzüntü duyduğu bir andır.Zira herkes anne ile, bebek ile meşguldür. Bu anda büyük çocuk kendinin bir kenara bırakıldığını, terkedildiğini zannedebilir. Bu nedenle büyük çocuğu annenin eve döneceği sırada bir yakına, eğlenebileceği başka bir yere göndermek daha iyi olur. Annenin ve bebeğin gelişinin verdiği telaşlı hava geçipte, ortalık yatışınca çocuğun eve gelmesi daha uygun olur.Eve gelir ve özlediği annesinin kollarına atılarak onu öper. Bu sırada onu ille de kardeşi ile ilgilenmesi için ısrar etmemelisiniz. Zira o biraz sonra merak içinde kendiliğinden bir ilgi gösterecektir. Büyük çocuk kendisinin bebeği sevmek zorunluluğunda olduğunu ve her herşeyi onunla paylaşmak gerektiğini hissetmemelidir.

çocuk eğitiminde bilim ve teknoloji


Çocuklarımıza teknoloji kullanımını küçük yaşlarda alıştırmamız gerekir. Tabiî ki bunu verebilmek için bizlerinde bu yetkinliği kazanmış olmamız veya çocuğun bu yetkinliği kazanabilecek birileri ile bulunması önemlidir. Eğer belli yaşlara kadar bu yetenek alınamadığında kişi üzerinde bir korku psikolojisi oluşturur. Çok kolay olan bir şeyler bile onun için gözünde büyüyen olaylar olur. Bunun çözümü farklı modellerde ve amaçlardaki cihazları en basit mantık çerçevesi içinde çocuğa kullanmasını öğretmek ve daha sonra ondan kullanmasını istemek gerekir. Bizde bu sırada çocuğumuzun bu yöndeki yeteneğini gözler onu o tarafta uzmanlaşması için yönlendirebiliriz. Unutmayalım ki sevilen şeyler genelde başarılan işlerdir. Başarılamayan işler korku veya çekince kaynaklarıdır.

Çocuğumuzu teknolojiye bu şekilde alıştırdıktan sonra o teknolojinin arkasında yatan bazı basit bilimsel kanunların olduğunu ve bu kanunlar çerçevesinde düşündüğümüzde benzerlerinin aynı mantıkla çalıştığı her birinin tek tek öğrenmek yerine ortak çalışma sistemlerinin öğrenilmesi ile birçok cihazın kullanımı da kolaylaşmış olacaktır. Bunun yanında olayların arkasındaki kanunları araştıran bir yapıdaki çocuk ileride yeni buluşlar yapması oldukça kolaylaşacaktır. Şunu unutmayalım ki her kanunun sınırında yeni kanunlar keşfedilir. Bu keşifleri yapanlardan bir niye sizin çocuğunuz olmasın.

9 Ocak 2010 Cumartesi

çocuklarda anneden ayrılık korkusu


Ayrılık korkusu sanıldığının aksine sadece çalışan annelerin çocuklarında görülmez. Uygun bir dille anlatıldığında çocuklar annelerinin işe gitmeleri gerektiğini ve akşam eve geri döneceklerini anlar ve kabullenir. Yaşamın ilk yılı bebeğin anneye her yönüyle bağımlı olduğu bir dönemdir. Çocuk yürümeye ve koşmaya başladığında ise kendi başına hareket etme, bağımsız olma isteği içinde olmasına rağmen anneyi etrafında görmekten, onun yanında olmaktan hoşlanır. Sosyalleşme becerisinin kazanıldığı 3 yaşa kadar çocuklar bir taraftan anneden ayrışmaya çalışırken bir taraftan da bağımlılığı devam ettirirler. 3 yaşa kadar görülen bu bağımlı ilişkinin bu yaştan sonra azalması, ilişki boyutunun bağımlılıktan bağlılığa dönüşmesi beklenir. 3 yaş itibariyle azalması beklenen bağımlılığın toplumumuzda uzun yıllar devam ettiğini, hatta çocuk sahibi birçok yetişkinin kendi annelerine olan bağımlılıklarının sürdüğünü görüyoruz. Ayrışma sürecinin beklenen zamanda gerçekleşmemesi, bağımlılığın devam etmesi durumunun anne baba tutumlarından kaynaklandığı söylenebilir. Bağımlılık geliştiren çocukların annelerinin aşırı koruyucu, babalarının ise daha uzak davrandıkları ya da her iki ebeveynin de aşırı korumacı tutum sergiledikleri bilinmektedir. 2 yaşından itibaren çocuklar bazı işleri kendi başlarına yapmak isterler ve bu konuda ısrarcı davranırlar. Yaşına uygun olarak çocuğun bazı işleri kendi başına yapması için fırsat tanımak ve çocuğu desteklemek gerekir. 3-4 yaş çocukları kendi başlarına ya da az destekle yemek yemek, giyinmek, oyuncaklarını toplamak, el yüz yıkamak, tuvalet ihtiyacını uygun şekilde gidermek gibi işleri yapabilirler. Bu becerilere sahip olan bir çocuğa işini kendi başına yapması konusunda izin vermemek, onun yerine her şeyi yapmak çocuğun anneye olan bağımlılığını arttırdığı gibi özgüvenini de olumsuz yönde etkiler. Bağımlı çocuk annesinin eteğinden ayrılmaz, annenin tuvalete gitmesine bile dayanamaz, kısa süreli de olsa yalnız kalamaz, güvensiz ve ürkek davranır, yaşıtlarıyla ilişki kurmakta zorlanır, sürekli ağlayan, mızıldanan bir çocuk haline gelir. 3 yaşa kadar normal kabul edilen bağımlılığın bu yaştan itibaren azalması beklenir. Bu yaştan sonra devam eden bağımlılık durumlarında anne babaların her şeyden önce çocuklarının artık bakıma muhtaç bir bebek değil de büyümekte olan bir birey olduğunu kabul etmeleri gerekir. Kendi başına yapabileceği işler konusunda desteklemek, yol göstermek, yapabileceği konusunda ona güven vermek, isteklerini dile getirmesi konusunda fırsat vermek gerekir.